Mert Aşkaroğlu: Reşit Galip Bey

     17 Ekim 2014'teki çalıştayda "Reşit Galip Anlama Konuşması"nı yapan ÇYDD gençlerinden Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğrencisi Mert Aşkaroğlu'nun "Reşit Galip Bey" başlıklı konuşması.
* * *
     Atatürk, Dolmabahçe'de düzenlenen bir yemekte Milli Eğitim Bakanı Esat Mehmet'i sert bir dille eleştiren Reşit Galip'e "Yoruldunuz, biraz dinlenseniz iyi olacak, buyurun istirahat edin," demişti. Bunun üzerine Dr. Reşit Galip "Burası sizin değil, milletin sofrası; oturmak benim de hakkım," karşılığını verince Atatürk "Öyleyse biz kalkalım" diyerek masayı terk etmişti.
     Bu olaydan birkaç ay sonra Mustafa Kemal Paşa, Reşit Galip'in bir konferans vereceğini Ankara Radyosundan duyunca, o akşam hiç kimseyi çağırmadı ve sofra kurdurmadı. Radyoyu açarak konferansı beklemeye başladı. Konu “Halkevleri ve Devrimler”'di. Bir ara Reşit Galip'in ağzından şu sözler döküldü: "Devrimlerimiz, Türk milletinin çektiği uzun çileler sonucu elde edilen denemelerimizin fikir haline gelmiş kesin inancıdır. Her yerde, herkese ve her şeye karşı onları savunacağız, gerekirse babalarımıza ve çocuklarımıza karşı bile...”
     Bu sözleri duyan Mustafa Kemal Paşa, yanlış yapan evladını bağışlamış bir babanın yüz hatlarıyla radyonun başından kalktı. Birkaç gün sonra çağırttığı Reşit Galip'i sofrada hemen yanındaki sandalyeye, diğer yanına ise Milli Eğitim Bakanı Esat Bey'i oturttu. Bir ara Reşit Galip'in kulağına eğilerek "Yarın Milli Eğitim Bakanısın!" diye fısıldadı.
     Bu anıdan da anlaşıldığı üzere Dr. Reşit Galip "Devrimleri gerekirse babamıza karşı bile savunuruz," diyerek doğum tarihi olan 1893'ten beri Atatürk'ün "İleri!" buyruğunu âdeta bir yaşama biçimi olarak benimsemişti.
     Örgütçü Reşit Galip
     Dr. Reşit Galip 1911'de Tıp Fakültesine girdi. 1925'te Halk Fırkasından Aydın milletvekili seçildi. 1932'de milli eğitim bakanı oldu ve bu görevini 11 ay sürdürdü. Gönüllü olarak önce cephelere, sonra köylere koşturan Reşit Galip, Balkan Savaşları ve 1. Dünya Savaşına katıldı. 1. Dünya Savaşı sırasında kurulan Redd-i İlhak Cemiyetinin kurucularından biriydi.
     1. Dünya Savaşının sonunda İstanbul'da kurulan Köycüler Cemiyetinin kurucuları arasında yer aldı, cemiyetin eylemli önderliğini yaptı; çünkü ulusun kurtuluşunun köylüden geçeceğine inanıyordu. Cemiyetin amacı eğitim ve sağlık alanlarında köylüye yardım etmekti. Atatürk'ün gösterdiği çağdaş uygarlık düzeyine çıkma hedefinin ancak köylü dünya olaylarını izlerse gerçekleşeceğini düşünüyordu. Onun eğitime verdiği önem, aynı zamanda demokrasi uğrunaydı; köylü ülke yönetiminde söz sahibi olmalıydı.
     Cemiyet, köylere yerleşip misyoner gibi çalışan 15 gençten oluşuyordu. Aralarında Reşit Galip'in de bulunduğu grubun Tavşanlı'ya yerleştiği sırada Kurtuluş Savaşı başlamıştı. Grup, bulundukları coğrafyada gerçekleşen Yunan saldırılarından dolayı çalışmalarını yarıda bırakmak zorunda kalmıştı.
     Bu yaptıklarından çok daha fazlasını 5 Mart 1934’te henüz 41 yaşındayken demir bir karyola üzerinde, kitapları arasında ölmesine karşın cumhuriyet döneminde ve 11 ay süren Milli Eğitim Bakanlığı döneminde yapan Reşit Galip, yaşamını kendinden sonra gelenlerin mutluluğuna adayan bir ad olduğunu göstermiştir.
     Laik Eğitime Adanan Yaşam
     Reşit Galip'e göre derinliği olmayan bir eğitimin nereye gideceği belirsizdi. "Dünya milletlerini hakiki ve doğru istikamete götürecek tek yol laik terbiye sistemidir," diyerek eğitime verdiği önemi göstermiş, hiç durmadan düşünmek, üretmek ve öğrenmek için çalışmıştı. 1940’ta Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel zamanında etkin duruma getirilen Köy Enstitülerinin fikir babalığını yapmış; Anadolu Medeniyetleri Müzesi, İlimler ve Sanat Akademisi, Arkeoloji Enstitüsü, İnkılap Enstitüsü, Devrim Enstitüsü ve Milli Kütüphane gibi birçok eğitim-öğretim kurumunun kurulmasında ya bizzat çalışmış ya da bu girişimlerde önemli roller üstlenmişti.
     1933’te Darülfünun'u kaldırıp yerine İstanbul Üniversitesini kurduğu üniversite reformuyla birlikte Nazi Almanyasından kaçan Prof. Philipp Schwartz, Prof. Albert Malche ve Prof. Rudolf Nissen gibi alanlarında yetkin birçok bilim insanını Türkiye'ye davet etmiş, onlara oldukça uygun koşullarda çalışma olanağı sağlamıştır.
     Özellikle, öğrencisi olduğum Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinde yıllarca çalışıp Türk Hukukunun köklüleşmesinde büyük bir yere sahip olan Alman Hukuk Profesörü Ernst Eduard Hirsch'in de bu önemli bilim insanlarından biri olduğunu belirtmek isterim. Prof. Hirsch'in önemli çalışmalarından ikisi 1951’de Atatürk Yasasını hazırlaması ve CHP'nin altı okunun anayasamıza girmesini sağlamasıdır. Bunların yanında fakülte, rektör gibi kavramlar da bu dönemde dilimize kazandırılmıştır.
     İstanbul Üniversitesi bünyesindeki İnkılap Enstitüsü üniversite reformunun can damarını oluşturmuştur. İnkılap Enstitüsü üniversitede gerçekleştirilen bilimsel ve akademik çalışmaların toplandığı bir platform niteliğinde kurulmuş, üniversitenin birleştirici organı olarak görülmüştü.
     Süleyman Nazif bir sözünde "Yetimlik, bizim gibi fani insanlara babadan intikal eden bir felakettir ki az zamanda rüştünü ispat ettiğin zaman yok olur; lakin toprağını, tarihini, milletini kaybedenler ebedi yetimlerdir," demiştir. Süleyman Nazif'in bu sözüne koşut olarak Dr. Reşit Galip ulusun ebediyen yetim kalmaması için çalışmıştır.
     Bizler de cumhuriyet gençleri olarak onun genç yaşında yaptıklarını örnek almalıyız ve Türkiye ulusunun ebediyen yetim kalmaması için düşünmeli, üretmeli, çalışmalıyız; çünkü Reşit Galip'in dediği gibi "Cumhuriyetin yükselişi için bir son yoktur!”