Yıldırım Kılınçaslan: Çalıştay Açış Konuşması

     Çalıştayımızın düzenleme kurulu üyesi, Toplumsal Dayanışma Gönüllüleri Derneği Başkanı Yıldırım Kılınçaslan'ın 17 Ekim 2014'te düzenleme kurulu adına yaptığı çalıştay açış konuşması.
* * *
     Değerli Konuklar, Sevgili Gençlerimiz,
     Ocak 2014’te düşünce olarak, Mart 2014’ten başlayarak da eyleme dönüştürdüğümüz ve bugün de çalışmalarımızın, emeklerimizin, fikir ve görüşlerimizin ortaya döküleceği 17 Ekim 2014.
     Bu fikirlerin gerçekleştirilebilmesi için ilk günden başlayarak birlikte olduğumuz, Dil Derneği, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Ankara Şubesi, Toplumsal Dayanışma Gönüllüleri Derneği ve Ulusal Eğitim Derneğinden oluşan düzenleme kurulu ve bizlere engin bilgi ve deneyimleriyle yol gösteren, destek veren danışma kurulumuzun değerli üyeleri adına hepinize “hoş geldiniz” diyorum.
     İçinde bulunduğumuz ve gözlemlediğimiz bu tarihi günlerde, cumhuriyetimizin ve değerlerimizin ayaklar altına alındığını, sistematik şekilde Türklüğü yok ederek Araplaştırılmaya çalışıldığımızı üzülerek ve öfkelenerek izliyoruz.
     Öfke deyince Bertolt Brecht’in bir sözü aklıma geldi: “Çok zordur öfke duyduğumuz insanlara bir şeyler öğretmek; ama bu özellikle gerekiyor. Çünkü asıl öfke duyduklarımızın öğrenmeye gereksinimi vardır.”
     Okuryazarlık “okuryazarlık” mıdır? Bu sözü önemsiyorum. Çevremde okuma-yazma bilmeyen sanırım yok. Ya okur ve yazar olan? Yazar olmak herkesin yapabileceği bir iş değil; bunu kabul etmek gerek. Öyle olsaydı hepimiz yaşamımızın değişik dönemlerinde şiirler yazmayı, öyküler karalamayı denemiştik; bunları derleyip kitap haline getirseydik biz de yazar olabilir miydik acaba?
     Şiddetin her türlüsünü reddederek birbirimizin yolunu aydınlatalım. Yanımıza alıp yola çıktığımız amatör ruhu yitirmeden gelişip, çoğalıp hep birlikte güzel bir dünyaya, nitelikli okuryazarlara ulaşalım.
     Ricover’ın slogan haline gelmiş bir sözü vardır: “Küçük beyinler kişileri, orta beyinler olayları, büyük beyinler fikirleri konuşur.” Sözün derinliğini fark eder gibi oluruz; ama fark edişimizde bir eksiklik vardır. Toplumsal alandaki sorunlarımızı çözerken ya da ikili ve kolektif ilişkilerimizdeki niteliğimiz ve birbirimizi anlama şeklimiz iç açıcı değildir. Bunun nedenini anlamak için bu sözün neresinde olduğumuzu bulmakla işe başlamak gerekecektir.
     İnsanı diğer canlılardan farklı kılan en belirgin özelliği düşünme özelliğidir ve insan, varoluşu ile birlikte bu özelliğini geliştirerek farklılığını daha üst düzeylere taşıyabilir. Bunun yolu da bilim sahibi olmaktan geçer. Düşünme özelliği tek başına bırakıldığı, etkin kullanılmadığı sürece durağan düzeyde kalır ve işlevsel olmaz. Düşüncenin de sistematik eğitim sürecinden geçmesi gerekir. Buna başlangıç yöntemi ise okumaktır. Okuma ve yazma için insanlık tarihinin en büyük kazanımı diyebiliriz. İnsanın bir uygarlık serüvenine girmesi okuma ve yazma özelliğine bağlı olan gelişmedir.
     Okumakla dinlemek bazen benzer eylemler gibidir. Anlamak niyeti ile dinlemenin, anlamak niyeti ile okumaktan ne farkı vardır? “Neler oluyor? Burada ne demek istendi?” sorularını sorabilmek ve bunu anlamak için zaman ayırmak, emek vermek… Ama hemen kendini savunmaya geçemeden, karşısındakini suçlamaya kalkmadan ya da karşındakini anlamak yerine kendini anlatmak telaşına girmeden… Onun cümleleri üzerine cümle kurmak yerine onu dinleyerek...
     Gelinen noktada, düşünemeyen, bağlı bulunulan geleneğin referanslarını birinci elden okuyup çözümleyemeyen, birbirini anlamayan, birbirini yanlış anlayan, kendini anlamlı gördüğü sosyal yapıya bir özeleştiri penceresinden bakamayıp kul olmayı yeğleyen, değerlendirmelerinde genel doğruları hedef belirleyemeyip farklılığı bir cephe oluşturma olarak gören kişilerin oluşturduğu gerçeklik bizi doğru yöne götürmeyecektir.
     Biraz sonra başlayacak çalıştayımızdan hepimize birer pay düşeceğine inanarak yeniden hoş geldiniz diyorum.